Türkiye’de İK Yöneticisi Olmanın 5 Temel Zorluğu
Profesyonel hayatımın son 4 senesinde onlarca işletmedeki yüzlerce patron, üst düzey yönetici, yönetici ve bilhassa İK Müdürü ile tanıştım, işletmelerini ve iş yapış şekillerini dinledim, inceledim. Bir kısmına da hizmet verdim, hala de vermekteyim.
Türkiye’de şirketlerin sadece %2,5’unun 1990 sonrası kurulmuş olmasından yola çıkarak, çoğu henüz 20 yaşına dahi gelmemiş bu işletmelerin orta ölçeklilerinde ise birçok yeniden yapılanmaya veya en azından organizasyon değişikliğine şahit oldum.
Tüm bu işletmelerde İK yöneticilerinin bağlı oldukları işletme, patron veya üst düzey yöneticiye karşı yaşadıkları zorlukları not aldım. Hala da alıyorum. Yapısal sorunlar bunlar. İşte süzülmüş bir şekilde ortak zorluklarımız yada sorularımız, her biri bence ayrı bir makale konusudur ama şimdilik özetleriyle yetinelim:
1. Müslüman Pazarında Salyangoz Satma İşi Tutar mı?
Türkiye’de ilk İK sistemini kuran firma hangisidir bilmiyorum ama en büyük (ciro, çalışan sayısına göre ) 6500 firmamız dışında kalan; son 20 yılı can hıraş büyüme kaygıları içinde geçirip son yıllarda para kazanmaya henüz başlamış orta ve küçük ölçekli binlerce firmada insandan sorumlu ve şikayetçi muhattaplarınız düne kadar hep patronlardı, birçoğunda hala da öyle. Şirketlerin çok büyük bir kısmı aile şirketi, buna bağlı olarak da şirket yöneticileri de işinin profesyoneli olmak zorunda olmayan aile fertleridir. Çok nadir okul arkadaşlarının veya bir önceki işinde birbirini tanımış arkadaşların girişimleri de kendine ömür ve pazar bulup bugünlere gelebilmiştir. İşte bu maziye ve ortalama yapılanmaya sahip firmaların yarattığı işletme kültüründe gelişmiş ülkelerde palazlanmış İnsan Kaynakları departmanı kurulabilir mi, kurulsa da tutar mı? Şayet tutmazsa İK Yöneticisi ne yapmalıdır, patronunu ve aile fertlerini mi eğitmelidir? Yoksa özlük işlerini biraz daha düzenli hale getirip, patronun “hayır”larını dillendirmek zorunda kalan kötü polis mi olmalıdır?
2.Personel’den Ne Zaman İnsan Kaynakları’na Geçtik Sahi Biz?
Ülkemizin 70’li, 80’l i hatta 90’lı yıllarının yüksek karlı, rekabet bilmez, az sayılı firmaya sahip nispeten kapalı pazarlarından 2000’li yıllarının açık, yüksek rekabet gerektiren, hızlı ve dinamik pazarlarına geçişinde verilen görevi en hızlı şekilde usanmadan en düşük ücrete yapması gereken Personel, yerini İnsan Kaynakları’na en azından departmanların girişinde asılı tabelalarda devretti. Devretti devretmesine de acaba tüm bu onlu yıllık dönemlere şahitlik yapmış şirket patronu/yönetimi gerçekten de insanı da bir Kaynak olarak görmeye başladı mı? Tıpkı arsaları, bankadaki parası veya bir işi yapması için ihtiyaç duyduğu sermaye gibi gerçek bir kaynak olarak hissetti mi? Oldu mu sizce bu geçiş? Olanlar vardır mutlaka ama ya olmayanlarda nasıl anlatsın yeni İK yöneticisi bu geçişi, yeni dönemin ihtiyaçlarını? Anlatamadığı yerde personel müdürü olmaktan bir adım öte gidebilir mi?
3.İnsan mı Kıymetli yoksa Arsalar, Binalar, Stoklar, Markalar mı?
İnsanın değerinin olduğunu, eğer yetiştirilmezse veya bakılmazsa bu değerinin köreleceğini, sadece bilen değil aynı zamanda yapabilen insanların bir de bir işi yapmayı istemeleri gerektiğini, istemezlerse ya da günümüz deyimiyle motive olmazlarsa “performans” göster(e)meyeceklerini biliyor mu sahi patronlarımız, yöneticilerimiz? Acaba en kıymetli kaynağımız nedir? İşletmemizde, hangisini kaybetsek işlerimiz yürümez? Binalarımızı, sermayemizi, stoklarımızı mı; yoksa insanlarımızı mı? Eğer insanın kıymetli olmadığı bir işletmede görevliyse bir İK yöneticisi, hangi sihirli değnekle kıymetlendirebilir ki bu “zavallı” personelleri?
4.Kurumsallaşalım diye Dostlar Alışverişte Görsün bir İnsan Kaynakları mı?
Yoksa patronun veya yönetimin modaya uyması, artık biz de “böyük” firma olduk kuralım şurdan bir İnsan Kaynakları, bir de Kurumsal İletişim departmanı sevdası mıdır İnsan Kaynakları? Kurumsallaşalım derken oynanan bir oyun olmaktan öte geçebilmekte midir, ya da kurumsallaşmak çalışanlarımıza artık sizi daha çok önemsediğimizin kanıtı olarak “bakın bir İK müdürü bile tuttuk parasıyla” mı demektir? Sahi, neden birçok İK Müdürü kadındır, erkek patronların/yöneticilerin yardımcı/yan rolü müdür biçilen? Önemsenirler mi acaba yoksa köşe süsü olarak mı işe alınmışlardır? Yönetime karışamayan bir İK yöneticisi insanın kıymetlendirilmesine dair süreçleri nasıl yönetebilir ki?
5.İnsana Kıymet Verelim, O da Yeni Bir İş Bulsun Öyle mi?
Eğitime göndermek istemeyiz, ödüllendirmek istemeyiz, varsa bir kıymeti kimseye ilan etmek istemeyiz, vs.. Çünkü istemeyiz ki değerlenip elimizden uçmasın, CV’sine bir kaç ek özellik ekleyip de rakip firmaya kaçmasın. İsteriz ki ilelebet bizim kalsın, şükretsin, sabretsin, azmetsin, sebat etsin ama terk etmesin! İnsana değer verilmekten korkulan bir işletmede nasıl insan kaynakları fonksiyonlarını kurabilsin ki İK Yöneticisi?
***
Tüm bu soruları gerçekçi bir analize gidecek satır başlarını oluşturmak ve ülkemizde de gerçekten kıymet verilen İnsan Kaynakları departmanları ve Yöneticileri oluşması adına biraz da hicvederek, konuşma diliyle yazdım. Meramımı kolay yaymak adına. Siz değerli işletmeleri ve yöneticilerini tenzih ederim:)
-Ne dersiniz, siz de bu soruları/kaygıları taşıyor musunuz?
-Siz de işletmenizde buna benzer veya daha farklı sorunlar yaşıyor musunuz?
-Sizin de görüşlerinizi okumak isterim…
E. Alkım Erdönmez
aerdonmez@entekik.com.tr